Aslan ile Fare hikâyesi basit bir iyilik değil, derin bir farkındalık anlatısıdır. İçimizdeki sessiz sezginin, yaşamın düğüm noktalarını açan asıl güç olduğunu hatırlatır.

Fare ile Aslanın Hikayesi
Fare ile Aslan masalını kısaca hatırlayalım. Aslan, küçük bir fareyi yakalar. Fare yalvarır: ‘Beni bağışla, bir gün sana iyilik ederim.’ Aslan güler ama fareyi serbest bırakır. Günlerden bir gün aslan avcıların ağına düşer. Ağları kemirip onu kurtaran fare olur.
Klasik Ezop masalı “Aslan ile Fare”, yüzeyde küçük bir iyilik öyküsü gibi görünür. Ama hikâyeyi biraz dikkatle incelediğimizde, bize insanın içsel yolculuğunu anlatan derin bir metafora dönüştüğünü görürüz. Aslan, dış dünyanın yüksek sesli gücünü temsil eder; fare ise iç dünyanın sessiz ama sezgisel tarafını. Biri görünür, diğeri görünmezdir; biri şiddetle hükmeder, diğeri sabırla bekler. Bu iki zıtlığın bir araya gelişi, “Gerçek güç acaba nerede saklıdır” sorusunu akla getirir.
Küçüklüğün Büyüklüğe Dönüştüğü An
Hikâyede aslan, fareyi önce küçümser. Bu küçümseme bize içimizdeki iki parçamız arasında yaşanan çatışmayı gösterir:
- Kendimizi güçlü hissettiğimiz yan
- Ve çoğu zaman görmezden geldiğimiz kırılgan, narin yan
Oysa yaşam, en beklenmedik anda insanı kendi zayıf sandığı yönüyle yüzleştirmez mi? Aslanın avcıların ağına düşmesi bu yüzleşme anıdır.
Kişinin kendi iç yolculuğunda da benzer bir eşik vardır: Kendimizi en güçlü sandığımız yerde en savunmasız hâle geliriz ve bizi kurtaracak olan, çoğu zaman fark etmediğin parça olur.
Bu nedenle hikâye, insanın kendisiyle olan ilişkisinde küçüğü yok saymanın nasıl bir yanılgı olduğunu anlatır. İçimizdeki fareyi (yani sezgiyi, sakinliği, derin duyumu) susturduğumuzda yaşam bizi muhakkak durdurur.
İç Sesi Duymak
Heyhat gelin görün ki insan çoğu zaman yalnızca dışarıdaki yüksek gücü önemser. Başarıyı, görünürlüğü, yüksek sesle onaylanmayı. Oysa içsel tekamül, tam tersine görünmeyen yanın büyümesiyle başlar.
Küçük fare, ağları kemirerek aslanı kurtardığında Ezop bize önemli bir kapı açıyor. Farkındalık, insanın dış gürültüyü azaltıp iç sesini duymaya başladığı anda başlar. Birçok aydınlanma hikâyesinin ortak noktası da budur: Güç dışarıdan değil, içeriden yükselir. Hangi açıdan baktığımızın farkında mıyız?
Aslında masal, görünürde basit bir iyilik değil, çok daha derin bir çağrı yapar: “İçindeki küçük olanı hafife alma; çünkü dönüşüm onunla başlar.”
En Doğru Ses
Fare aslanı kurtardığında ise hayatın paradoksunu görürüz: En küçük, en güçsüz görünen, en güçlü kurtuluşu sağlar. Bu, insanın kendi içsel dünyasında sık sık unuttuğu bir gerçektir.
İçimizdeki sesler arasında en çok konuşanı değil, en doğruyu dinlemek gerekir. Ama doğru ses genellikle sessizdir. Onu duymak için yavaşlamak, nefes almak, geriye çekilmek gerekir.
Bu küçük hikâye, tam da bu yüzden çağlar boyu anlatılmıştır. İnsana unuttuğu kapıyı gösterdiği için. Dış dünyada güç peşinde koşan kişinin, iç dünyasının ağlarına düştüğünde kurtuluşu yine kendi içindeki küçük, incelikli parçadan gelir.
Hayatın Büyük / Küçük Dediği
Aslanın fareye duyduğu minnet, insanın kendi kendisine uyanışıdır aslında. Kişi fark eder ki hayatın büyük dediği hiçbir şey mutlak değildir; küçük dediği hiçbir şey de önemsiz değildir. Yani bizim gerçeğimiz ve asıl gerçekler birbirinden farklı. Hayat, büyüklüğün küçükte saklı olduğu bir düzendir. Bu düzeni görmek, insanın kendisiyle barışmasını sağlar:
- Korkularıyla barışır
- Sessiz yanıyla barışır
- Kendisini hafife aldığı tarafla barışır
- Ve en önemlisi, içsel bütünlüğünü kavrar
O bütünlük kişiye hem dinginlik hem güç verir. İçsel aydınlanma, tam da bu bütünlüğün farkına varmakla başlar.
Özetle “Aslan ile Fare” hikayesi, yüzeyde bir iyilik ve minnet öyküsü gibi görünse de aslında insanın kendi içindeki gizli potansiyeli anlatır. Dışarıdaki aslan ne kadar gürültülü olursa olsun, insanı özgürleştiren her zaman içindeki küçük ama kararlı faredir. Gelişim, tam da bu iki parçayı yan yana getirebilme ustalığıdır.
