Türkiye’de Doktor Olarak Çalışmak - I

Doktorlara sağlıklı bir çalışma zemini yaratmak, sadece onlar için değil, aynı zamanda hastalar, doktorluk mesleğini düşünen gençler ve aslında ülkenin geleceği için değer teşkil ediyor. Bu noktadan hareketle Memorial Hastanesi radyasyon onkolojisi hocası Prof. Dr. Züleyha Akgün ile doktorların temel sorunlarını ve sağlık sektöründe yaşananları masaya yatırdık. Mevzu derin tabii. Akgün, yaşanan sorunları ve bunlar karşısında neler yapılabileceğini bir bir sıraladı. Çözüm önerileri ise son derece akılcı ve uygulanabilir. Açıklamaları içinde beni şaşırtan araştırmalar da var. Çözüm önerilerini dinleyince, istikrarlı bir program yürütülerek sağlık alanındaki problemlerin kademeli olarak aşılabilmesinin aslında mümkün olduğunu düşündüm. Okuyun, bana hak vereceksiniz.

Prof. Dr. Züleyha Akgün

- Merhaba Züleyha. Hoş geldin.

Merhaba Nurdan. Hoş bulduk.

- Türkiye’de doktorların yaşadığı temel sorunlar neler?

Birkaç ana başlık var: Birincisi çalışma koşulları. Elbette ana başlığı sağlıkta şiddet oluşturuyor. İstanbul tabip odasının 6400 hekimle yaptığı anketin sonuçlarına göre özellikle asistan hekimlerin %94’ü çalışırken kendilerini fiziki olarak tehdit altında hissediyor. Gün içerisinde görülmesi gereken hasta sayısının fazlalığı da diğer önemli sorun. Gün de 60-100 hasta bakan var.

- Bu sayı tahminimin çok üstünde. Tek kişilik maaşla üç kişilik iş yapmak gibi bir durum var ortada.

Aslında  daha çok doktorun hastasına yeterli süre ayıramamaktan şikayetçi olması durumu var. Beş dakikada birini muayene ederken ona insani bir süre ayıramazsınız ki. Oysa hastalık yok hasta var. Her hasta bir kitap. Hasta da doktorun kendine kısa bir süre ayırmasından şikayetçi, doktor da. Türkiye’de 110 milyon acil başvurusu var. Toplam nüfustan bile fazla. Demek bazıları beş on kere acile gidiyor. Ne sebeple acile bu kadar gidiliyor? Muhtemelen normal randevu bulamıyor ya da iş yerinden izin alamıyor da olabilir, veya başka nedenler. Bir arkadaşımız İtalya’da karın ağrısı gibi bir sebeple acile başvurmuş, bilmem kaç saat beklemiş. Sonunda ona demişler ki ‘Sadece gerçek acillere bakıyoruz.’ O da kabul etmiş bu durumu. Ülkemizde bunu söyleyebilir misiniz başvuranlara? Şiddete zemin hazırlamış olursunuz ama doğrusu o işte.

İkincisi eğitimin yeterli olmadığı düşünülüyor, birçok tıp fakültesi var ama daha doğru dürüst öğretim üyesi yok. Gerçi bizim zamanımızda biz de eğitimi beğenmiyorduk ama aldığımız eğitim yurtdışında pek çok yerden çok daha iyi idi.

Üçüncüsü doktorlarda yaşam standartı beklentisi vardı. Şimdilerde bu durum değişti. Kamuda işler nispeten daha zor olmakla beraber doktorların eski alım gücü yok. Yaptığımız işin değeri mi azaldı acaba?

Dördüncüsü değer görme meselesi. Televizyonlarda ‘Doktor dövebiliyoruz, bu da bizim zenginliğimiz’ diye demeç veriliyor. ‘Ama bazısı hak ediyor’ deniyor. Kimse şiddeti haketmez. Mutlaka bireysel hatalı davranışlar, iletişim bozuklukları olabilir. Ama doktorun yaptığı görev hiçbir zaman değersizlik sonucuna ulaşmamalı

- ‘Azarlamak hakkımız’ zihniyeti ile yaklaşmak, hatta azarlamanın ötesinde işi fiziksel şiddete vardırabilmek korkunç. Tüm bu sorunlar nasıl çözülebilir?

Çok zor konular ve çözümleri de kolay değil aslında. 20 küsur yıldır işin içinde bir insan olarak naçizane bazı fikirlerim var tabii. Örneğin hasta sayısının çokluğu ile daha çok hastane açarak mücadele edemeyiz. Aile hekimlerini ve onlara yardımcı hemşire / hastabakıcı gibi sağlık personelini kuvvetlendirmeliyiz. Sevk sisteminde insanlar önce aile hekimine başvurmalı. Hastaneye başvruan hastaların %90’ı aslında aile hekimliğinde çözülebilen sorunlar. Görüntüleme ve laboratuar gerektiğinde hastayı yeterli süre içinde muayene eden aile hekimi bu randevuyu almalı. Hasta sadece belli işler için hastaneye uğramalı. Böylece onkoloji hastaları gibi zamanın daha önemli olduğu hastalar randevu bulabilmeli, filmlerini ve diğer gerekliişlemlerini uygun sürede yaptırabilmeli.

Pek çok kronik hastalığın (diyabet, hipertansiyon, romatizmal hastalıklar vb) takibinde belirli bir aşamadan sonra uzman doktora ihtiyaç yok. Komplikasyonların yönetiminde ihtiyaç olabilir. Bir çalışma var; meme kanserli hastaların tedavileri bittikten sonra bir grup aile hekimi tarafından bir grup da uzman doktor tarafından takip edilmiş. Aile hekimince takip edilenlerde metastaz daha erken ortaya çıkarılmış ve daha az tedavi ile çözülebilmiş.

- Bu ne kadar çarpıcı bir araştırma.

Evet. Zaten pek çok takip rehberleri var. Bunlara uyularak hastane yükü azaltılabilir. Kronik hastalıklar için ilaç raporu örneğin 6 ay - 1 yıllık çıkarılıyor. Bunlar için yeniden reçete düzenlenmemeli. Hasta iki üç ayda bir reçete yazdırmaya gitmemeli. Rapor süresi bitene kadar ilacını eczaneden alabilmeli.

Kısıtlı performans olmalı. Mesela günde 20 hastadan fazla bakınca daha çok performans sayılarak maaşa yansımamalı. Bu da hasta sayısının azalmasına katkıda bulunabilir. Uzman 20 hastadan 5 birim alıyorsa, doçent 10 birim, profesör 20 birim almalı. Liyakatin de kısmen devreye girdiği, ama 20 den fazlasının kimseye faydasının olmadığı bir sistem.

Doktorun beş yılda bir lisansı yenilenmeli, belli kurslara katılma zorunluluğu getirilmeli. Tükenmişlik hissetme doktorlar arasında yaygın. Bununla ilgili daha çok aksiyon alınmalı. Psikolojik destek saatleri olabilir, tükenmişlik belli aralıklarla ölçülebilir. Tüm sistem doktor üzerine inşa edilmemeli, bunun hemşiresi / hasta bakıcısı var. Örneğin hastanın ilk başvurusu esnasındaki bilgilerini hemşire özetleyebilir, kullandığı ilaç listesi, varsa filmleri bir dosya haline getirebilir, doktor bu altlık üzerinden çalışabilir.

Acillere kesinlikle hasta yakınları alınmamalı. Sadece çocuğun annesi / veya babası yanında sonuna kadar tedavi alanında durabilir, bundan başka bilinci kapalı hastanın durumunu anlatacak birinci derece yakını korumalı bir alanda bilgi verip çıkmalı. Çocuğun ana / babasından biri haricinde hasta yakını acilde tedavi alanlarına alınmamalı. Hasta yakınları heyecanlı oluyor ve bu durum sağlık çalışanının çalışmasını çok zorlaştırıyor. Pek çok iletişim problemi ortaya çıkıyor.

Hastalar ‘Bir sağlık kuruluşuna gidildiğinde hastalıkla ilgili nasıl / hangi bilgiler verilmeli’ konusunda bilinçlendirilmeli. Okullarda hasta olma dersi anlatılmalı. Hasta geliyor, ilaçların adını bilmiyor. Halbuki bilmiyorsa ilaçların fotoğrafını çekip, doktora gösterebilir veya kutularının bir parçasını kesip getirebilir. Ne söyleyeceğini aklında tutamıyorsa, bir kağıda yazıp doktora okuyabilir, telefona kaydedip bu kaydı doktora dinletebilir.

Asgari sağlık için yapılabilecekler okullarda tekrar tekrar anlatılmalı. Üniversiteler güçlendirilmeli, klinik olmayan branşlar güçlendirilmeli. Bakın kanser aşısı bulunma aşamasına gelindi. Bunlar klinik olmayan laboratuar branşları sayesinde.

Meslekten uzaklaşan hekimler emekli olmayı, yurtdışına gitmeyi, özel sektörde biraz daha çalışmaya gayret ediyor. Emeklilik dönemine yaklaşan tecrübeli hekimlerden eğitimde faydalanılabilir. Tıpta tecrübe çok önemlidir. Bunların aktarımı kolaylaştırılabilir. Tecrübeli hekim (mesela meslekte 25 yılını dolduran) haftada 1-2 saat bir hastanede asistan hekimlere ders verebilir. Bu her zaman klinik bir konu değil, hasta ile iletişim gibi etik konular da olabilir. Çok uzun konu bu gerçekten, aklıma bunlar geldi.

- Çok derin bir soruya oldukça aydınlatıcı açıklamalar yaptın. Düşününce, sıraladığın çözümlerin hepsi de uygulanabilir görünüyor. Hiç biri ütopik değil. ‘Neden uygulanmıyor’ ayrı bir röportaj konusu (gülüşmeler). Ben buradan, biraz önce senin de bahsettiğin sağlık çalışanlarına hasta yakınları tarafından uygulanan haksız şiddet konusuna girmek istiyorum. Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet maalesef kanayan bir yaramız. Bu konuda kınama yapmanın çözüm olmadığını görüyoruz. Sence bu konuda neler yapılabilir?

Önce sebepleri  düzeltmek gerek: hasta hekim iletişim zeminini düzeltmek gibi. Günlük muayene sayısı azaltılmalı ve bir hastaya en az 20 dk zaman verilmeli. Bazen ‘Şu hekim benimle hiç ilgilenmedi, şikayetimi söyledim, tahlillerime baktı ve reçete yazdı yolladı’ diye serzenişler alıyorum. Bakıyorum reçeteye istenen tahlillere vs tamamen doğru. Yani hekim aslında doğru bir iş yapmış ama bunu hastaya açıklamamış veya açıklayamamış. Neden? Çünkü sırada bir sürü hasta var. Bu açıklamama, ortamı geren sebeplerden biri. Doktor birini muayene ederken kapıyı açan bir kişi ‘Bir şey soracaktım’ diye giriyor ve aslında muayene olmak istiyor. Bayağı bayağı diğerlerinin sırasını gaspediyor. Açıklama yapmayı bırakıyor hekim ve direkt ‘olmaz’ deyince bu durum ortamı geriyor. Ama sor bakalım hekim neden ‘olmaz’ dedi.

Bazı suça meyilli kişiler direkt olarak olay çıkarmaya geliyor. Bağırırken kayıt alan kişileri izledik. Ortamda olay çıkaran kişiler genellikle hastanın esas yükünü çeken, onunla ilgilenen kişi değildir. Bu net olarak böyledir. Genelde bu bağıran, fiziksel şiddete başvuran kişi örnek vermek gerekirse hasta olan annesi ile hiç ilgilenmemiştir. ‘Bakın iş yapıyorum, uğraşıyorum’ gösterişini yapmak için o gün hastaneye gelen kişidir. Gerçek emektar zaten neyin ne olduğunu bilir  hastanın durumunu, işlerin nasıl yürüdüğünü bilir.

Hekim ve sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara karşı hukuki yaptırımların yetersiz kalması da başka önemli sorun maalesef. Her hekimin aslında kamu görevi yaptığı, teknik terim olarak kabul edilmeli. Şiddete maruz kalındığında bunun üzerinden işlem yapılması gerekli. Sağlık kuruluşlarının hastalarla hekimleri her an yüz yüze getiren, bekleyen hastaların ve hasta yakınlarının huzurunu kaçıran, gerginliklerini artıran mimari yapılarının aşama aşama düzeltilmesi gerekir. Hasta ve hasta yakınları için huzurlu bekleme salonları ve uygun bilgilendirme ortamları sağlanmalı. Poliklinik ve doktor odalarının bekleme salonu gibi kalabalık mekanlara doğrudan açılmaması da önemli.

Hastalara hastaneye girdiğinde hakları, kimlerin hizmet alma önceliği olduğu, neleri talep edebilecekleri, hastanedeki işleyişi anlatan bir rehber kitapçık / kağıt verilmeli, ya da her hastanenin bunları açıklayan telefon aplikasyonu olabilir. Neyin nerede olduğunu gösteren. Hekim sadece muayene olacak hastayı değerlendirip reçeteyi yazmalı. Haricinde ‘Bu rapor çıkmadı’, ‘Bu iğne nerede yapılacak’, ‘Bu film nerede çekilecek’ sorularına danışman bakmalı.  

Sağlık çalışanlarına da düzenli iletişim eğitimleri verilmesi gerekir. Hasta ve yakınlarıyla ilişkilerin saygı ve empati zeminine oturtulması için her kesim çaba göstermeli. Şiddet vakalarının yoğun olarak yaşandığı birimlerde iletişim konusunda özel eğitim almış ombudsman gibi en az bir sağlık çalışanının görevlendirilmesi olabilir. Hekime yardımcı olacak hemşire, tıbbi sekreter ve diğer sağlık personellerinin sayılarının artırılması da işe yarar.

Kriminal kötü niyetli kişiler hariç normal insanlar, normal insanlarla anlaşır. Sadece doğru iletişime ihtiyaç var. Hekimler ve sağlık çalışanları da haklarını bilmiyor. Güvenlik sorunlarından dolayı şikayetçi bile olmuyorlar. Bu konuda da destek sağlanmalı. Sonuçta bir hukuk devletiyiz.

Medya yoluyla modern tıp uygulamalarına ve hekimlere güveni artıracak söylem ve yaklaşımlar desteklenmeli.

Şiddete başvuran kişi (sözlü / fiziki farketmez) mimlenmeli ve olayın büyüklüğüne göre 1 - 5 yıl acil haricinde kamudan hizmet alamamalı. Bu kişilerin bedava sağlık hizmeti görmesini vergileri ile normal vatandaş ödememeli.

En fazla acillerde olay oluyor. Vatandaşlık derslerinde, ‘Kimler hangi durumlarda acile başvurabilir’ ‘Acilde neye bakılır’ konulu dersler verilmeli ve bunlar sık sık tekrarlanmalı.

Devamı yarın.