Hayatın Renkleri

Belki de içimizde bilemediğimiz bir ressam, nerede oturduğunu anlayamadığımız bir ışıkçı var.

Hayatın içindeki renkler

Eski Kitapları Karıştırırken

Kitaplığımın raflarında dolaşırken Erdal Atabek’in bir kitabı geçti elime; Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık. Henüz üniversite öğrencisiydim aldığımda, artık sayfaları iyice sararmış. O zamanlar adetimdi, aldığım kitabın ilk sayfasına mutlaka tarih atardım, Ocak 1993’te almışım. Nasıl da geçmiş zaman diye şaşırdım (ki son zamanlarda çok sık şaşırır oldum zamanın ne hızlı geçtiğine). Sonra Facundo Cabral’ın “Bir bomba bir okşamadan daha çok gürültü çıkarır ama” diyen yazısından bir cümle düştü zihnime: “Hayat senden bir şeyler alıp götürmüyor, seni bir şeylerden kurtarıyor.” İstekle okumak ne hoş bir yankı yapıyor insan zihninde.

Arkasındaki yazıyı okumak için kitabı çevirdiğimde gözüm fiyat etiketine takıldı; 43000 lira yazıyor, ister istemez gülümsedim.

İçimiz Ne Renk?

Sayfaları çevirdim ve “Hayatınızın Rengini Biliyor Musunuz?” başlıklı yazıyı okumaya başladım.

Okudukça içimizde aslında bir çok rengin olduğunu, görebildiğimiz rengin hangi açıdan baktığımızın farkında olmak ile ilgili olduğunu anladım.

Gelin yazının bir kesitini birlikte okuyalım;

...

“Hayatım çok renksiz. Ne yapmalı bilmiyorum. Bütün günlerim birbirinin aynı. Artık görmekten bıktığım yüzler, konuşmak istemediğim hepsi birbirinin benzeri konuşmalar. Hayatım bir alışkanlıklar zincirine dönüştü. Şöyle başımı alıp kaçma, isteğim bile yok. Öyle bıkkınım.”

Hayatın renklerini hiç düşündünüz mü?

Mutluluğun toz pembesiyle, mutsuzluğun simsiyahlığından başka renk yokmuş gibi davranırız. Bir de renksizlik.

Oysa hayatın her döneminin, her diliminin renkleri vardır. Toz pembeyle simsiyah arasında doğanın nice rengi oynaşır durur.

İçimizden fışkıran bir sevinç anının şafak kırmızısı nasıl da sarıverir bizi. Her yanımız nasıl canlı, nasıl sıcaktır.

Umudumuz birden bire kırıldığında “renklerimiz” nasıl da soluverir. Bir kahverenginin kendi içine kıvrılmış hüznünü duyarız.

Belki de içimizde bilemediğimiz bir ressam, nerede oturduğunu anlayamadığımız bir ışıkçı var. Yaşadığımız her anın, her duygunun, her düşüncenin renklerini, ışıklarını değiştiren, onları parlatan, soluklaştıran, canlandıran, söndüren bilemediğimiz varlık.

“Sarı” günlerimiz vardır, “mavi” günlerimiz, “eflatun” günlerimiz, “gri” günlerimiz.

Bazen bir günün içinde nice renkler değişir durur.

“Limon sarısı” başlayan bir güne, sevdiğiniz biri bir avuç “leylak rengi” katıverir, arkadan pembelerle maviler yarışır. Hayatınız “renklenir.”

Bazen de canlı bir “kırmızı”yla başlayan günümüz, tatsız bir olayla “gri”leşir, ama sonra tatsızlık düzelir, günün geri kalan dilimini “uçuk mavi” yaşarız.

Her günümüzün içine bir “pembe” noktacık koyabilmeyi, bir tutam “mavi” serpivermeyi, biraz “filiz yeşili” katabilmeyi başarsak.

Renklerin insan üzerindeki etkileri çok konuşulmuş araştırılmıştır.

Kırmızı, canlandırır.

Yeşil, sakinleştirir.

Pembe, neşelendirir.

Gri, hüzünlendirir.

Siyah, düşündürür.

Kahverengi, içine kapar.

Gene de, renklerin etkileri konusunda böylesine ön yargılı olmamak gerekir. Karşılaştığınız renkler, sizin içinizdeki renk kadar etkili değildir. Bunu siz de duyarsınız anlarsınız.

...

Bu paragraftan sonra okumaya devam etmedim, üzerinde düşünmek için; karşılaştığınız renkler, sizin içinizdeki renk kadar etkili değildir. Bunu siz de duyarsınız anlarsınız.